18 Şubat 2015 Çarşamba

Şeylerin Hiçliğinde Yolculuk / Luciano de Giovanni

Şeylerin hiçliğine yollanıyorum

şeylerin hiçlik çekirdeğine

mekân ve mekân arasındaki boşluğa
nefes ve nefes arasındaki sessizliğe

Korkunun dağınık 
sevincin saf olduğu yere

düşlerin mükemmeline
gökkuşağının titreyişine

Şahane bir coşkuya
ve çılgınlığına

Deniz kabuğunun yankısına doğru

Bilemiyorum ilk kez bir sabah yoksa bir akşam mıydı
Bilemiyorum sonunda bir akşam mı yoksa bir sabah mı bekleniyordu
Bir sabah mı yoksa bir akşam mı olmuştu

yapraklar öylece doğdular ve öyle kurudular bile
ve ağacın bittiği yerde henüz başlıyor ağaç
ve bir şey kendini bir başka şeyde gösteriyor ve aslında hiçbir şey
ve bir hiç ya da her şey ya da bir sabah ya da bir akşam bile değil

Düdüğüyle uyandım
giden trenin
şimdi mehtaba bakıyorum
yaşamak ve ancak aramak
doğumdan koparılan herhangi bir şeyi

trenin iki yolu var ancak

Ne zaman öğrenirsem
bir yere gitmeyi
hiç gitmeden

bir yere yönelmeyi
şimdiden bilerek
orada olduğum

ne zaman ki aslında
artık gerekmediğini
gitmenin ve dönmenin

Kuşlar
masum oldukları için uçar

kanatla ne ilgisi var

Krallığın
ölü bir açı olmalı
yaprakların toplanarak gittiği
rüzgâr bittiği zaman

Şeylere yavaşça dokunmak

terk edilmiş bahçede
yapraktan yaprağa seken
kırlangıç gibi

Düşüncelerin erişemediği yerde
yalıncave yumuşakça
varız

iste
yok olmaktayım

Maceracı bir güneş düşlüyorum
küçücük bir uydusu olsun
evreni arasıngalaksiden çok uzak
ve kaybolmaktan mutlu

İçimde uyan
bir oyun gibi
nehirlerin doğduğu gibi

ya da
en yüksek dallardaki
sıcak yuvalar gibi

Bizi ayıran duvar
bir eşik olmakta

şeylerin isimleri
dökülüyor
yapraklar gibi

Başka halleri vardır
yaşıyor olmanın
daha gerçek
gizli

bir terk edilmişin sevinci
dünyayı
seyretmek

doğumu aşmak
ve ölümü

Kırların aşıldığı gibi

Duam sana sarı çiçek
sen ki tepelerde büyür
kelebeklere su verirsin

Duam sana çiğ damlası

Sen ki göklerden
gerçek rengi görürsün

Sen ki yankılardan
başlangıcı ve 
infilakı bilirsin

ve sükuttan
şarkıyı

Duam sana bitkilerin 
ve toprağın tanrısı

Gri evlerin peyzajı
uçurum kenarında dengede

kuşlar nehri içiyorlar
dalların tedirgin titreşimi

her şey karışıyor birbirine
âlemi saklayan sis

Ormana gidiyorum
bir haber arıyorum
çözülemez
görülemez olması önemsiz

bir yudum rüzgâr yeter bana
bir dalın ince işareti

duyduğum an beliriyor
örümceğin parıldayan ağı belleğimde

Hiç başlamayan
hiç bitmeyen macera
yalnızca çılgın bir düştü

Her şey olup bittiğinde
hiçbir şey olmamış olacak
ölüm yaşam
uçup dönecek
sahilsiz
koca nehre

Ne tür bir özdür can
dolandığı boşluk içinde
bir dalga gibi geçici
eriyiveren sahilde

ve gökyüzünün eğrisini
güneşin doğuşundan ve batışından haberdar

ve bunların haberini verebilirdi
sahilde yok oluvermese

Yok oluveriyor belirdiği an

Nasıl aşksız bir şair şair değilse
nasılki aşk nerede olduğunu bilmiyorsa

eğer zamanla yok oluyorsa, düşlerde,
sonra nasıl uyanıyorsa

aşk, ben,
bir bulut içinde
onu düşledim
onun için şarkılarım
onun için yazıyorum

ve rüzgâr 
onu bana getirmek istiyor
ve güneş
onu yağmura çevirmek

ama kimse onu tutamaz
bu bulut
herhangi bir buluta benzer

aslında bana ait bir yaratıktır o

(Ama sen beni dinlemiyorsun bile
özgürce gidiyorsun
bu uzak gökyüzüne
beni toprağa bırakarak
beni savaşa bırakarak)

Ağaç şimdiden orada
yarın dikeceğim ağaç
uyuyan çekirdekten
uykudaki daldan

Titriyor
beyaz nefesinde
hülyaların

yaşıyor bitki
yeşil yaprakları
meyveleriyle

Ağaç hâlâ ağaç
dün
kesip
tarlanın boşluğuna attığın
tarla babasıydı onun

Kuşlar uçmayı sürdürüyor
Mutlu dalların çizgilerinde

Belki hemen sözlerin ardından
ya da hemen sessizlikten sonra
ışık olmayan aydınlıkta
gece olmayan gölgede

belki aşktadır, belki
ölümü geçerli kılan acıda
ya da düşüncenin boşluğunda, belki

Ümit harcanarak çoğalıyor
erişilmekten ziyade

Maddesi yoktur sanırım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder